Dostlarım merhaba ben Sinan yaşım 18 ben superonline de devrim devrimciyiz ve siyasi kanallarındayım nickim Seyh_Galip tir... Umarım yaptığım  site hoşunuza gidecektir...Saygılarımla....

selam....

EMPERYALİZM VE DEVRİM

Devrimler Tercih Değil Zorunluluktur Gerçekten devrimler artık gereksiz midir? Bugüne kadar devrimler neden olmuştur, hangi koşullar devrimleri doğurmuştur? Devrimin gerekli olup olmadığına kimler karar veriyorlar? Rusya’da sadece Lenin istediği için mi, milyonlar sosyalizm bayrağı altında toplanarak iktidara yürüdüler? Çin’de, Vietnam’da, Küba’da, Romanya’da, Polonya’da, Bulgaristan’da, Afrika ülkelerinde, dünyanın üçte birinde sadece devrimci önderler istediği için mi devrimler oldu? Tarihler boyunca sadece birileri istediği için mi, halklar ayaklandılar, yüz binlerle, milyonlarla katledildiler ancak ayaklanmaktan, savaşmaktan, isyan etmekten vazgeçmediler, haklarını aramaktan, adalet istemekten, eşitlik istemekten, insanca yaşam isteğinden vazgeçmediler.
Evet emperyalistler terörle, propagandayla devrimci mücadelelerin gelişimini kuşkusuz yaşatmayı başarabiliyor, geçici gerilemelere neden olabiliyor, ancak hiçbir emperyalist gücün başaramayacağı bir şey vardır ki, devrimleri sonuna kadar engelleyebilmektir. Tarihler boyu ayaklanmalar, isyanlar incelendiğinde görülecektir ki, halklar mevcut haliyle yasamak istemedikleri, mevcut koşullardaki yasamın ölümden daha ağır olduğu koşullarda zorunlu bir tercih olarak ağır bedelleri göze alıp devrim yapmaya kalkışmışlardır.
“Biz Petersburg isçileri, karıları, çocuklarımız ve çaresiz kalmış analarımız ve babalarımızla gerçeği ve himayeyi bulmak için sana geldik hükümdarımız. Biz yoksulluk içinde kırılıyoruz, bizi eziyorlar, bize dayanılmaz isler yüklüyorlar, hakaret ediyorlar, bizi insandan saymıyorlar. ...bunlara katlanıyorduk, ama bizi boyuna yoksulluğun, haksizliğin ve cehaletin bataklığına daha da itip sürüklüyorlar, zorbalıklar ve kanunsuzluklar altında boğuluyoruz. ... Sabrımız tükendi artık. Bizim için öyle korkunç bir an gelmiştir ki, bu dayanılmaz acıları çekmektense ölmek daha iyidir. ...” (Bolsevik Partisi Tarihi -STALİN- Syf.75-76)
“Zavalli ve şanssız cin! Seller, kıtlıklar, kuraklıklar, savaşlar! Tanımlanamaz yoksulluk ve her an açlığın pençesinde bir halk. Barış zamanında bile bunca derdi olan bir ulus için savasın nasıl bir felaket olduğunu düşünebiliyor musunuz? Zenginler belki pek fazla sıkıntı çekmeyecek ama halkın yüzde 95’i için durum ölümcül olacak ve çok büyük bir kısmı ölecek.” (cin Halkının Japon Emperyalizmine Karşı Savası -Agnes Smedley- syf.25)
“1928-29’lardaki o dehşet verici kıtlığın, çoğu bu bölgeden dokuz milyon insani Kuzeybatı’dan kaçırdığını anımsıyoruz. Fakat tek neden kıtlık değil. Tüm bu bölge Müslümanların başkaldırısına ve saldırılarına da sahne olmuş. On yıllar boyunca Çin’li diktatörlerin halkın üzerinde kurduğu baskı; mahsullerini, hayvanlarını ve tavuklarını alarak, darısının son tanesine bile vergi niyetine el koyarak gerçekleşti...” (Çin Halkının Japon Emperyalizmine Karşı Savaşı-Agnes Smedley- syf.35)
“Köylünün sefaleti her yıl daha da artıyor, nihayet her yere sırtında taşıdığı ağır bir tabut haline geliyordu. Bu tabutun içine bakabiliyordu köylü. Tabutun içinde en küçük çocuğu için ağanın baş kadınından satın aldığı ‘kaplan başlığı’ vardı. Kadın başlığı kendi çocuğu bir kaç ay giydikten sonra köylüye satmıştı. En büyük oğlunun doğumunu kutlamak için aldığı borçta oradaydı. Ve yine aynı oğlu gömmek için on yedi yıl sonra aldığı borç da. Oğlu generallerin savaşında aldığı bir yarayla eve dönmüş ve ölmüştü. Büyük kuraklık zamanında yiyecek ve tohumluk olarak aldığı pirinç borcu da tabutun içindeydi. O kış, kendisi ve ailesi güçlerini korumak ve günde bir avuçtan fazla pirinç yememek için hayvanlar gibi kış uykusuna yatmayı denemişlerdi. Kupkuru vücutlarındaki cansız hayat ışığını söndürmemeye uğraşmışlardı.
Köylü, içinde sefaletinin ve borçlarının bulunduğu tabuta bakıyor, bakıyordu. Pirinç, pirinç, yalnız pirinç, zayıf vücudundaki hayat sönmesin diye yiyecek. Halbuki hayatı boyunca pirinçten başka bir şey kazanmamıştı. Ne kadar çok pirinç üretmişti! Ama mahsulün hep yüzde ellisi veya daha fazlası ağanın ambarına gidiyordu. Köylü yaşayabilmek için kendi pirincini ödünç almış, ama borçlarını asla ödeyememişti. Dağlardan çalı çırpı toplayarak ağanın mutfağına taşımıştı. Her yıl büyük şenliklerde ona para almadan hizmet etmişti. Ama borçları ödenmemişti. Karısı ve ailesi yüce ağanın mutfağında karşılıksız çalışmışlardı. Kızlarını ağaya köle olarak satmıştı. Ama borçları ödenmemişti. Son parça kıymetli toprağını da vermişti. Ve böylece artık onu uşaklıktan ve kölelikten ayıran çizgiyi aşmıştı.” (ÇİN SAVAŞIYOR -Agnes Smedley- Syf.31-32)
“Halklarımızın durumu Portekiz egemenliğindeki öteki halkların durumları gibi saçma görünüyor. İnsan temel hak ve özgürlükleri, insan onuru-tüm bunlar ülkemizde bilinmez şeyler arasındadır... Portekiz devleti, 12 milyonu Afrikalı olan 15 milyon insan üstündeki egemenliğini ve sömürüsünü inatla sürdürüyor... bizim halklarımız Portekiz sömürgecileri yüzünden en aşırı yoksulluk, cehalet ve korku içinde yaşamak zorundadırlar.” (GİNE’DE DEVRİM -Amilcar “Vietnam’ın dört bin yıllık tarihi sürekli olarak yabancı istilalara ve bu istilalara karşı Vietnam halkının direnişlerine sahne olmuş. Yakın geçmişten bakıldığında, 1800’lü yılların ikinci yarısından itibaren Fransız sömürgecileri ülkeyi istilaya başlamışlar, ancak sömürge düzenini 1800’lerin sonuna doğru oturtabilmişlerdir. Fransız sömürgeciliği o tarihten İkinci Dünya Savaşı sırasında bir ara Japon emperyalistleri ile yer değiştirmeleri hariç, 1950’li yıllara kadar sürmüş, bu yıllardan 1970’li yıllara kadar görevi ABD emperyalizmi devralmıştır...” (VİETNAM DEMOKRATİK HALK DEVRİMİ -General Vo Nguyen Giap- Syf.7-8)
“Fransa, (...) bizim merhametsizce yağmalamağa devam etmekte, bütün kanımızı emmekte, barbarca bir terörizm ve katliam politikası uygulamaktadır. Dış politikalarına gelince galiplerine baş eğip diz çökmekte, ülkemizi utanmadan kesip Siyam’a vermekte; tek protesto lafı bile etmeden bizim çıkarlarımızı Japonya’ya sunmaktadır. Sonuç olarak halkımız çifte boyunduruk altında acı çekmektedir: Halkımız yalnız Fransız işgalcilerine koşum hayvanları, beygirler gibi hizmet etmemekte, aynı zamanda Japon yağmacıları da halkımıza köle işlemi yapmaktadır. Yazık! Bu kadar sefil hale düşmek için halkımız ne günah işledi?” (SEÇME YAZILAR -Ho Şi Minh- syf.34)

UMUDUN VE ZAFERİN ADI
Selam sana
Düşümdeki,
döşümdeki sevdam
Düşmana hıncım
Namluya sürülmüş mermim
Selam sana
Toprağımdaki tohum
Dersim Dersim bakan gözlerim
tutuşan Nevrozum
Köpük köpük Karadeniz'im
Gazi'deki isyanım
Başı dik zeybeğim
Selam sana

Sandıktaki çeyizim
Avucumdaki kınam
Bebelerimin yarını
Geleceğim
Selam sana
Zulmün kalbini vurmaya giden halkım
Madenden yükselen çığlığım
Gözümün nuru,
hücreme doğan güneş
Açlıkta ekmeğim
Tutsaklıkta özgürlüğüm
Al kanımın dalgalandırdığı bayrak
Selam sana
Selam sana partim
Yeniden yaratmanın
Kazanmanın adı
Parti-Cephe
Bin Selam



PARTİ-CEPHE



HALKLARIMIZIN ÖNCÜSÜ, İKTİDAR ALTERNATİFİ TEK GÜÇTÜR


Devrim için Leninist Parti zorunludur. Çünkü, "Mevcut devlet cihazını parçalayarak yeni üretim ilişkilerini yaratacak olan; ilerici sınıfların, devrimin maddi koşulları üzerinde etkin olabilecek iradelerdir. İşte, yeni bir toplumun inşasını sağlayacak irade ve bu iradenin tespit ettiği strateji doğrultusunda yürüteceği mücadele, Marksist devrim teorisinin volantarist (iradeci) yönünü oluşturur." (Haklıyız Kazanacağız, 2. Cilt, sayfa 682)


Bu iradede proletarya partisidir. Ve proletarya partisi herhangi bir örgüt değil, devrimi yapacak, iktidarı alacak ve kesintisiz bir biçimde sınıfsız topluma -komünizme- geçişi sağlayacak bir örgütlenmedir.

Partinin devrimdeki rolünün daha iyi anlaşılabilmesi için toplumsal değişimin ya da devrimin maddi zeminine kısaca değinmek gerekir.

Her şeyden önce devrimin gerçekleşebilmesi için nesnel koşulların oluşması gerekir. Marks'ın dediği gibi, "Gelişmelerin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkisine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar."

İşte, devrimin maddi temeli üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki zorunlu uygunluk yasasının bozulmasıdır. Emperyalizm döneminde bu zorunlu uygunluk yasası bozulmuş ve kapitalist üretim ilişkileri genel bunalım evresine girmiştir.

Ancak devrimin olabilmesi için tek başına bu yeterli değildir. Eskimiş, tarihsel olarak ömrünü tamamlamış bu düzeni yıkacak bir irade, örgütlülük olmadan da devrim gerçekleşmez. Egemenler, baskıyla, terörle, hileyle iktidarlarını sürdürürler. Bu nedenle parti zorunludur.

"Emperyalizm çağının parti anlayışı ise, Leninist parti anlayışıdır. Emperyalizm, kapitalizmin genel bunalıma girdiği evredir ve bu evrede devrimin nesnel koşulları tüm dünyada vardır. Devrim, ihtilalci inisiyatifin kullanılması sorununa, iktidar sorununa bağlanmıştır. Ve bu dönemin devrim teorisinde volantarist yön öne çıkmıştır. İşte Leninist parti anlayışı bu somut durumun tahliline dayanan bir parti öngörmüştür.

Lenin'in öngördüğü gibi parti, proletaryanın çelikten disiplinine sahip dar devrimciler örgütüdür. Parti, başlangıçta profesyonel devrimcilerin yer aldığı, işleyişte merkezi yanın ağır bastığı, her koşulda mücadeleyi sürdürebilecek nitelikte bir örgütlenme olmalıdır. Ve Leninist parti, toplumsal devrimde volantarist yanın belirleyici olmasına göre biçimlenen bir nitelik kazanmıştır." (Haklıyız Kazanacağız, 2. Cilt, sayfa 683)

Leninist parti'nin görevi de, halk kitlelerini bilinçlendirip bir örgüt çatısı altında toplayıp devrim mücadelesi içinde yönlendirmek, devrimin rotasını belirlemek, kurmaylığını, öncülüğünü yapmak ve iktidarı egemenlerin elinden zor yoluyla almaktır.

Ülkemiz devrimci örgütleri içinde de parti meselesi en çok tartışılan konuların içinde yer almış, bir çok çarpıklığı da beraberinde getirmiştir. Leninist partinin içi boşaltılmış, sadece şekilsel olarak ele alınmıştır. Hatta kimileri bu şekilselliği de bir kenara bırakıp partiyi karikatürize etmişlerdir. Üç-beş kişi bir araya gelerek parti kurmuşlardır. Bunlar, her ne kadarda kendilerine parti deselerde, Leninist partiyle uzaktan yakından bir alakaları yoktur.

Ülkemizde komünist olduğunu, Marksist-Leninist olduğunu iddia eden çok sayıda parti kurulmuştur. Özellikle de 12 Eylül öncesi ortalık partiden geçilmiyordu desek abartmış olmayız. Gerçek anlamda parti olmadıkları için cuntanın karşısında savrulmalar yaşadılar ve bugün bir çoğunun adı bile
anılmamaktadır. Kimisi tarih sahnesinden silindi, kimisi de reformistleşip düzenin icazet sınırları içine girdiler. Bugünde kendisini parti olarak ifade eden bir takım siyasetler vardır. Ama bunların hiçbiri halkımızın emperyalizme ve oligarşiye karşı mücadelesini başarıya ulaştırabilecek bir stratejiye ve örgütlenme anlayışına sahip değildir. Hepsi, oportünist, şablonucu, kitleler nezrinde saygınlığı olmayan, halktan kopuk, ideolojik bir sağlamlılığı olmayan, sağdan-soldan etkilenmeye açık, küçük burjuva aydınların hedefsiz partisidir. Türkiye halklarının kurtuluşunu bunlardan beklemek, Türkiye halklarını sonsuza kadar emperyalizmin ve oligarşinin sömürüsüne terk etmek anlamını taşıyacaktır.
Elbette ki böyle bir parti anlayışına sahip olmazdık. Tarih sahnesine Devrimci Sol olarak çıktığımız andan itibaren Türkiye halklarını kurtuluşa götürecek bir parti yaratmayı amaçladık. Bize göre, bir partiyi oluşturma konusunda anlaşmak, bir partiyi oluşturmak ve birlikte mücadele etmek için yeterli bir neden değildi. Nasıl bir parti sorusuna verilecek cevapta da asgari ortak noktalara sahip olmak gerekirdi.

Öyleyse nasıl bir parti istiyorduk?

"- Proletaryanın ideolojisiyle donatılmış,

- Türkiye halklarının kurtuluş mücadelesine ideolojik ve siyasi önderlik edebilecek,

- Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi çizgisini hayata geçirebilecek bir örgütlenmeye sahip,

- Gizliliği esas alan,

- Çelik gibi bir disipline sahip,

- Azınlığın çoğunluğa tabi olduğu,

- Yukarıdan aşağıya hiyerarşik bir mekanizması olan,

- Eleştiri-özeleştiri mekanizmasını çalıştıran,

- Düşünce üretimini sürekli kılan,

- Hiziplere yer vermeyen bir partiyi yaratmak DEVRİMCİ SOL'un temel hedefidir. Çünkü, ancak böyle bir parti Türkiye halklarının kurtuluş mücadelesine önderlik edebilir, bu mücadelenin zaferle sonuçlanmasını sağlayabilir." (Haklıyız Kazanacağız, 2. Cilt, sayfa 756)

Parti anlayışımız sadece politik iktidarı ele geçirmekle de sınırlı değildir. Parti öncülüğünde halkımızı nihai kurtuluşa, sınıfsız topluma götürecek bir parti istiyorduk. Ocak 1983 tarihli broşürümüzde de ifade ettiğimiz gibi biz parti deyince; "İktidarı ele alıp anti-emperyalist, anti -oligarşik halk devrimini kesintisiz devrim stratejisiyle sınıfsız topluma kadar götürebilen (...) Marksist-Leninist teoriyle donanmış, kitlelere her şart altında önderlik edebilecek ve sosyal dönüşümleri sağlayabilecek bir örgüt anlıyoruz."

Türkiye halklarının kurtuluş mücadelesini zafere ulaştıracak olan böyle bir partidir.

Peki, böyle bir parti nasıl kurulacaktı?

"... böyle bir partinin tek bir oluşum biçimi vardır. Böyle bir parti ülkemiz sınıflar mücadelesinin kızgın pratiğinde oluşacaktır. Kimilerinin yaptığı gibi masa başında üç-beş kişinin "kurduk" demesiyle bir parti kurulmayacaktır. Parti, tüm nitelikleriyle hayatın kızgın pratiği ve çok yönlü mücadelenin sürdüğü bir süreçte çelikleşecek kadrolardan doğacaktır. Bu süreç partileşme sürecidir. Partileşme süreci ideolojik birliğin, kadrolaşmanın, organlaşmanın dişe diş mücadele içinde sağlandığı bir süreçtir." (Haklıyız Kazanacağız, 2. Cilt, Sayfa 753)

Leninist bir parti olarak Türkiye halklarının karşısına çıkmamız kolay olmadı elbette. 30 Mart 1972'de fiziki olarak yenilgiye uğrayan THKP-C'yi yeniden örgütlemek hep amacımız oldu. Bu amacımızı uzun bir süre sonra 30 Mart 1994'de Türkiye halklarının karşısına DHKP-C olarak çıkarak gerçekleştirdik.



Washing and Waxing Tips

KIZILDERE BİR SAVAŞ ÇAĞRISIDIR

THKP-C önderi Mahir ÇAYAN ve yoldaşları 30 Mart 1972'de Kızıldere'de bir köy evinde kuşatılmışlardı. Kendilerini kuşatan düşmana, "Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik." cevabını verdiler. 30 Mart 1972'de Kızıldere'deki düşman kuşatmasında Mahir'lerin verdiği bu cevap, ülkemizin devrimi için bir dönüm noktasını ifade ediyordu.

Çünkü Mahir'ler Kızıldere'de tesadüfen bulunmuyorlardı. Ve Kızıldere, THKP-C'liler için anlık bir karar sonucu ortaya çıkan bir eylem değildi. Mahir ÇAYAN ve yoldaşları 50 yıllık pasifist, revizyonist çizgiye karşı sürdürülen yoğun bir ideolojik mücadelenin sonucu oradaydılar. Örgütün silahlı savaşını tasfiye etmek isteyen parti içindeki sağcı çizgi ile yürüttükleri bir ideolojik mücadele sonucu oradaydılar. İhanetleri ve düşman kuşatmalarını ezerek oraya gittiler. Anadolu halkının kurtuluşunun tek yolu olarak gördükleri silahlı mücadeleyi pratiğe geçirmeleri sonucu KIZILDERE'deydiler.

Şu anda iktidar mücadelesi yapan Partimiz iktidarı alabilecek güçte ve aşamada değildir. Ancak, düzenli ordular savaşı aşamasında bütün yurt çapında yönetimi ele geçirmeden söz etmek mümkündür. Ve biz, bugün bu aşamayı yaşadığımızı asla iddia etmiyoruz. Biz sadece, halkımızın ihtilalci savaşının bu aşamaya gelebilmesi için gerilla savaşının şart olduğunu iddia ediyor ve bu amaçla dövüşüyoruz." (Toplu Yazılar Sayfa 367)


İşte Mahir'ler Kızıldere'de bu ideolojik netlikle Anadolu devriminin öncüleri olarak "Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye, Yaşasın Direnişimiz" diyerek direndiler. Ve Türkiye'nin geleceğini belirleyecek kararı verdiler. Mahir'lerin verdikleri karar kendi kanlarıyla, canlarıyla, inançları ve kararlılıklarıyla yazılan Anadolu Devriminin Manifestosu oldu. Bu nedenle THKP-C ve Kızıldere'ye sadece bir direniş olarak bakılamaz. THKP-C Anadolu devriminin yoludur. Ve THKP-C'nin Kızıldere'de yarattığı direniş bir savaş çağrısıdır.

THKP-C'NİN DERDİ DEVRİMDİR

THKP-C, 1920'lerden 1970'lere kadar Türkiye soluna damgasını vuran uzlaşmacı, düzene karşı açık savaşa girişmeyen, emperyalizme karşı cepheden savaşmayan çizgi ile tüm bağlarını koparmıştır. Marksizm-Leninizm'in yaşayan özünü kendine rehber edinen THKP-C, ortaya koyduğu ideolojik-politik hattıyla her türden şabloncu, kuyrukçu, dogmatik ve icazetçi çizgilerle arasına kalın bir çizgi çizmiştir. Ve "savaş örgütü savaş meydanlarından çıkar" diyerek başlattığı silahlı savaşla Anadolu halkını kendi savaşçı örgütüne kavuşturmuştur.

Mahir'ler Marksizm-Leninizm bayrağının arkasına sığınan sağcı-icazetçi çizgi ile savaşmanın tarihsel sorumluluğuyla hareket etmiş ve bu çizginin temsilcilerine yollarının ayrı olduğunu açıkça ve kendilerine olan güvenle ifade etmişlerdir.

"Biz sağcı ideoloji ile uzlaşmıyor ve devrimci ideolojik bayrağı yükseklerde tutmaya çalışıyoruz. Bu doğru tutumdur. Biz doğru tutumumuzda sonuna kadar direniyoruz ve direneceğiz. Çünkü yollarımızın bu tutumla çelikleşeceğine, hareketimizin ancak bu kararlı tavırla ileriye doğru hamleler yapacağına kesinlikle inanıyoruz..." (THKP-C Dava Dosyası Sayfa 227)
THKP-C'nin derdi devrimdir. Devrim gibi bir derdi olmayanlarla bağlarını koparması bu nedenle zor değildir. Anadolu devriminin savaşçı örgütü THKP-C stratejide, taktikte, politikada şu ya da bu "sosyalist" ülkenin desteğini kazanma, düşmanın icazetini alma, şablonlara uyma kaygısı taşımadan doğru bildiği yolda yürümüştür.

Türkiye'nin emperyalizmin bir yeni-sömürgesi olduğunu, yani emperyalizmin gizli işgali altında bulunan bir ülke olduğunu tespit etmiş ve devrim yolunu buna göre çizmiştir. Türkiye'yi kurtuluşa taşıyacak olan çizginin Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi olduğunu söylemiştir. Bu çizginin illegal örgütlenmenin temel alındığı bir tarzda uygulanacağını THKP-C ile göstermişlerdir.

Evet silahlı mücadelenin temel ekonomik-akademik-demokratik diğer tüm mücadele biçimlerinin silahlı mücadeleye tabi olması gereken bir çizgidir bu çizgi.

"Oportünist ve revizyonistler tarafından karmaşık hale getirilen bu stratejik çizgi üzerinde biraz durmak gerekiyor. Proletaryanın sınıf savaşı ideolojik, ekonomik ve politik olmak üzere üç cephede birden cereyan eder. Burjuva ideolojisine ve saptırmalarına karşı, proletaryanın devrimci savaşı ideolojik bir savaştır. İşçi ve emekçi sınıflarının hayat ve çalışma şartlarını düzeltme şeklindeki günlük mücadelesi ekonomik mücadeledir. Direkt gerici sınıfların yönetimini hedef alan mücadeleler ise politik savaştır.

Politik mücadele; devrimci yayınla yapılan politik propagandadan, politik nitelikteki kitle gösterilerinden, politik grevlere ve de gerilla savaşına kadar çeşitli biçimlerde cereyan eder. Gerilla savaşı, politik mücadelenin en üst ve en etkili biçimidir...
Bu tartışmalar sonucu ortaya çıkan çizgi THKP-C'nin nasıl bir devrim sorusuna verdiği net cevaptır. Evet kurtuluşun yolu silahlı mücadeleden geçer. Ve silahlı mücadele sonucu yıkılan iktidarın yerine kurulacak olan Devrimci Halk İktidarı'nın hedeflenmesinden...

THKP-C'nin düşmanla Kızıldere'de devam eden ve fiziki imha ile sonuçlanan savaşının, oportünizmle ve revizyonizmle yürüttüğü ideolojik mücadelenin anlam ve önemi budur.

THKP-C devrim için yola çıkmıştır. "THKP-C'nin bir kopuş olması, 50 yıllık revizyonist geleneği yıkması, sadece, parlamenter mücadelenin yerine silahlı mücadeleyi koymasıyla sınırlı değildir. Bu son derece ayırdedici bir yandır. Ancak yine de bilinir ki, silahlı mücadele tek başına bir mücadelenin niteliğini belirlemez. Bu mücadeleyi nasıl bir örgütün, hangi hedefle, nasıl bir devrimcilik anlayışıyla yürüttüğü de en az silahlı mücadelenin kendisi kadar önemlidir." (Devrimci Sol Özel Sayı:9 Parti-Cephe Stratejisiyle Gelenekleriyle Bir Bütündür)

Evet, THKP-C nasıl bir devrim sorusuna verdiği cevap gibi nasıl bir devrimcilik sorusuna da pratiğiyle, savaşıyla cevap vermiştir. Mahir'in "Biz dünyanın Türkiyesi'nde devrim yapmak için yola çıktık" sözünde ifadesini bulan devrimcilik:

- Emperyalizme karşı olan, Marksizm-Leninizm'i savunan,

- Uzlaşmayan,

- Enternasyonalist olan,

- Halkın tarihine, yarattığı değer ve geleneklere bağlı olunan, Halkı oluşturan sınıf ve tabakaları emperyalizme, faşizme ve oligarşiye karşı savaştıran ve bu iddiasından asla vazgeçmeyen,

- Halka zarar vermemeyi ilke edinen,

- Revizyonizme, oportünizme ve tüm sapmalara karşı cepheden tavır alan ve Marksizm-Leninizm bayrağını hep yükseklerde tutan,

- İdeolojik ve örgütsel bağımsızlığını koruyan ve bu kimlikle doğru bildiği her şeyi yaşama geçiren, dediğini yapan, yaptığını savunan,

- Halka açıklığı ilke edinen, savaşta kararlı, ısrarcı olan ve savaşı sonuna kadar götürme inancı, iddiası ve güveniyle hareket eden bir devrimciliktir.


Mahir'ler bu devrimcilik anlayışıyla emperyalizme ve oligarşiye karşı silahlı mücadeleye başladılar. Savaş gerçeğine uygun hareket etmeden, büyük bedeller ödenmeden, emperyalizme ve oligarşiye karşı zafer kazanılamazdı.

Mahir'ler savaş gerçeğinin özünü kavramışlardı. Anadolu devriminin tarihinin kanla yazılacağını biliyorlardı. Ve tarihin aynı zamanda bir halkın özgürlük ve adalet için, kurtuluş için ödediği bedellerin kendisi olduğunu da...

Bildiklerini yapmak için Kızıldere'ye doğru uzandılar. Oligarşi, iktidarına yönelen bu hareketi boğmak için kolları sıvadı. Tehlikenin farkındaydı.

Ve 30 Mart 1972'de KIZILDERE'de faşist devlet Mahir'leri katlederek bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm isteyenleri yok ettiğini açıkladı. Oligarşinin imha politikasına başvurmasının nedeni, bir daha hiçbir gücün iktidar hedefli bir harekete girişmemesi içindi. İmha ile korkuyu hakim kılmak, beyinlere ulaşmak istiyordu. Oligarşinin dalga dalga korku yayılması ve halkı sarması için gerçekleştirdiği katliam amacına ulaşamadı. Oligarşinin Kızıldere'de döktüğü kan emekçi halka kurtuluş yolunu gösteren bir devrim kanalı açtı. Ve KIZILDERE Anadolu devriminin büyük akışının başlangıcının adı oldu.

KIZILDERE GELECEĞE
UZANAN BİR KÖPRÜ OLDU


Kızıldere'nin üzerinden henüz bir yıl gibi bir süre geçmişti. Kızıldere direnişinin halkta ve gençlikte yarattığı etki oligarşinin Anadolu devrimini kanla boğamayacağının açık bir ifadesiydi. Alanları, meydanları, okulları dolduran binlerce insan oligarşinin katliamına şu cevabı verdiler: "Kızıldere Son Değil, Savaş Sürüyor Yolumuz Çayanların Yoludur." Mahir'lerin direnişinin ardından büyük bir THKP-C potansiyeli oluştu. Bu potansiyel Mahir'lerin yolundan ilerlemek için yola çıktı. Kızıldere bir dönüm noktasıydı. Geleceği belirleyen bir dönüm noktası. Yaşandığı andaki etkisiyle sınırla kalmayan bir direnişti. Yarını belirleyen, kendisinden sonra gelen kuşaklara yol gösteren, yöntem sunan, kurtuluşun adını yarına taşıyan bir belirleme.

Kızıldere'den Mahir'lerin yükselttiği kurtuluş bayrağı eşliğinde yapılan savaş çağrısı dalga dalga Anadolu'ya yayılmakta gecikmedi. Kızıldere'nin üzerinden henüz bir yıl gibi bir süre geçmişti. Kızıldere direnişinin yarattığı etki ile büyük bir potansiyel oluşmuştu. 73'lerde Mahir Çayan'ın, THKP-C'nin genç izleyicileri meydanları, okulları, mahalleleri doldurmuşlardı. Savaş çağrısına halkın içinde olarak, halkın anti-faşist mücadelesini örgütleyerek cevap verdiler. Alanlarda haykırılan şiarlar "Tek Yol Devrim", "Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş", şiarlarıydı. Yani Kızıldere manifestosunun yaratıcılarının yolunda olduklarını anlatan şiarlardı.

THKP-C'nin genç izleyicileri de aynı çizgide Kızıldere çizgisinde yürümeye başladılar. Tecrübesizdiler belki, ama THKP-C'ye bağlıydılar. THKP-C'nin Anadolu halkını kurtuluşa götürecek tek yol olduğuna yürekten inanıyorlardı. Kızıldere'de yaratılan teslim olmama, düşmana boyun eğmeme, halkı için kendini feda etme geleneği bunun kanıtıydı.

O yıllarda bir de TKHP-C'yi savunur gibi görünen THKP-C inkarcıları vardı meydanlarda. "Aslında 72 yenilgisinin ardından ilk anda sahneye egemen olan inkarcılıktı. Ve inkarcılığın öncülüğünü yapan, THKP-C'nin ideolojisine, pratiğine en fazla saldıranların başında da THKP-C örgütlülüğünden geride kalanlar gelmekteydi. Korkularına, yılgınlıklarına denk düşen de buydu. Ancak, başta gençlik olmak üzere halk kitlelerinin içinde bulunduğu durum, hiç de onların düşündüğü gibi değildi. Onların gözünde Kızıldere'yle birlikte tarihe gömülen THKP-C halkın içinde yaşıyordu..." (Devrimci Sol Dergisi Sayı:7 THKP-C'den Devrimci Sol'a, Devrimci Sol'dan DHKP-C'ye Süreçler, Taktikler ve Devrimci Çizgi)


Evet potansiyelin büyüklüğü ortaya çıktıkça Parti-Cephe mirasçıları da arttı. Kendilerinin THKP-C devamcıları olduğunu iddia eden birçok grup ve örgüt ortalığı kapladı. Bunların tümü de THKP-C'yi temsil ettiklerini iddia ediyorlardı. Ama bazıları isim olarak, bazıları da THKP-C'nin ideolojisiyle, devrim anlayışıyla, devrimcilik tarzıyla birlikte ele almadan, eklektik olarak ele alıyorlardı. Bu durum "THKP-C Nedir?" sorusuna verilen cevap da tam bir ideolojik karmaşanın yaşanmasına neden oluyordu. THKP-C'nin genç savunucularının bu ideolojik karmaşa içinde kıstas aldıkları şey şuydu: Kendilerine THKP-C'yi savunuyorum diyenler Mahirler gibi savaşmalıydı. Evet herşey THKP-C'ye ve Mahirlerin savaşına göre belirleniyordu.

Oligarşinin imha ile "bitirdik" dediği THKP-C halkın içinde, devrimcilere yol gösteren, tartışmalarda ve oportünizmin her renginde ayrıştırıcı ve yol göstericiydi. THKP-C netti. THKP-C devrimi istemekti. Uzlaşmaz olmaktı. İdeolojik sağlamlıktı. Masa başlarında yaşanan tartışmalarda devrimcilik yapmak değil, halkın içinde halkın taleplerini karşılamak için savaşmaktı. Bu nedenle THKP-C'nin genç izleyicileri Türkiye Devriminin yolunun yeniden netleştirilmesi tartışmalarını bir kenara bırakarak THKP-C'nin ideolojik öncülüğünde sürecin üzerlerine yüklediği görevleri yerine getirmek üzere savaşa sarıldılar. Ve Kızıldere manifestosunun gösterdiği yolda pratik mücadeleden kopmadan bir yandan sürece müdahale ediyor, bir yandan da THKP-C'nin yeniden inşa edilmesi görevini yerine getiriyorlardı.

THKP-C, Parti-Cephe savunucularına yol gösteriyordu. Parti-Cepheliler, Mahir'in söylediklerini, yaptıklarını savundular. Oligarşiye Mahir'lerin bitmediğini, Kızıldere'lere yeni Kızıldere'ler ekleyerek devrime ilerlediklerini gösterdiler. Mahir yaşıyor dediler. Yaşatmak, savaşmaktı. Savaştılar. Yaşatmak, uzlaşmaz olmaktı. Mahirlerin netleştirdiği devrim yolunu karartmak isteyenlere, devrimin önünde engel olanlara karşı, düşmana karşı uzlaşmazdılar. Yaşatmak, teslimiyeti reddetmekti. Reddettiler. Faşizmin kitle katliamlarına karşı, yıldırma politikalarına, işkencelerine, oligarşinin imha politikalarına boyun eğmediler. Sonuna kadar direniş, sonuna kadar savaş dediler. Mahirler gibi... Vatana ve halka Mahirler gibi bağlanmaktı yaşatmak. Onlar gibi bağlandılar. Devrim tarihi kanla yazılacak diyen Mahir gibi kanlarını halkları için dökmekten çekinmediler. Yaşatmak, onların geleneklerini yaşatmaktı, geliştirmekti. THKP-C ile mayası atılan gelenekler halkasına yeni gelenekler ve direnişler eklediler. Mahir'leri yaşatmak onların yükselttiği kurtuluş bayrağı altında halkı toplamaktı. THKP-C'yi yaşatmanın özü buydu.

1978'e gelindiğinde Parti-Cepheliler gerek düşmana, gerekse de inkarcılara ve devrim kaçkınlarına Kızıldere manifestosunun geleceğe uzanan köprüsünden geçtiklerini ve Mahirlerin açtıkları devrim kanalından aktıklarını gösterdiler. Ve 78 yılında THKP-C'yi örgütsel olarak yeniden inşaa etmenin adı olan örgütlülüğü yarattılar. Bu örgüt Devrimci Sol'du. Devrimci Sol'un oluşumu Mahir'in "Savaş örgütü savaş meydanlarından çıkar" sözünün pratikte yeniden hayat bulmasıydı. Devrimci Sol THKP-C'nin politik olarak kesintiye uğratılamayacağının adı oldu. Devrimci Sol THKP-C'yi Kızıldere'de fiziken imha eden düşmana "THKP-C'nin bitirilemeyeceğinin" cevabı oldu.

Savaşta ısrar, kayıplardan korkmamak, bedel ödemekten kaçmamak... THKP-C'nin miras bıraktığı devrimcilik anlayışı ve savaş kurallarıydı. Bunların tümü Devrimci Sol'da yaşatıldı. Mahir'ler gibi savaşmak Devrimci Sol'un büyümesini ve gelişmesini sağladı. Kızıldere'de Mahir'lerin devrim için çaktıkları kıvılcım, Devrimci Sol'un elinde bir meşaleye dönüştü. Oligarşi THKP-C'yi bitiremeyeceğini anlamıştı.

Kızıldere yaşıyordu, savaşıyordu. Kızıldere'de dalgalandırılan bayrak Devrimci Sol'un elindeydi. Devrimci Sol Kızıldere şehitlerinin savaşın kaldığı yerden süreceğine olan inançlarının kanıtıydı. Oligarşi bitirdim sandığı Anadolu Devrim mücadelesinin daha da büyüyerek ve gelişerek sürmesi karşısında yeniden imha politikasına sarıldı.


Kızıldere'den 20 yıl sonra, İstanbul'da, 12 Temmuz 1991 tarihinde oligarşi Anadolu devrimini boğmak için yeniden katliam yaptı. 12 Temmuz katliamı oligarşinin halka ve devrimcilere ilan ettiği açık savaşın dönüm noktalarından biridir. " Bu tarih, Türkiye devrim tarihinde oligarşinin Türkiye devrimini bir daha diriltmemek üzere yok etme saldırısıdır. 12 Temmuz bir Kızıldere örneğinde olduğu gibi örgütsel varlığı felç edip işlemez hale getirmeye yönelik bir imhadır. Bu yanıyla başarıya ulaşamamıştır, ama bu imha politikası 12 Temmuz'da bitmemiş, yalnızca başlamıştır.(...) Onlarca, yüzlerce Devrimci Sol (...) savaşçısı bunun bir devamı olarak katledilmişlerdir." (Devrimci Sol Dergisi Özel Sayı:9 Oligarşinin İmha Politikaları ve Yenilmeyen Devrimci Savaşımız)

12 Temmuz'da katledilen Devrimci Sol önder ve savaşçıları direnişleriyle mayası Kızıldere'de atılan direnme geleneğine yeni halkalar eklediler. Kuşatma altında üzerlerine mermi yağdıran düşmana "Bize Ölüm Yok" cevabıyla karşılık verdiler. Yüzleri Mahir'lere dönük şehit düşerken, bir kez daha Kızıldere'de başlayan devrimci savaşın bitirilemeyeceğini haykırdılar. Evet onlar Mahir'in yoldaşlarıydılar.

Onlar Mahir'in açtığı yolda devrime koşan savaşçıydılar. "Devrim yolu engebelidir, dolambaçlıdır, sarptır... Kurtuluş bayrağı bu yolu tırmanan gerillaların birbirine iletmesi ile oligarşinin burçlarına dikileceketir. Her engebede düşen gerillaların gövdesi bir devrim fırtınası yaratır..." diyen Mahir Çayan'ın söylediğini yapar halk kurtuluş savaşçısıydılar.


12 Temmuz'u, 16-17 Nisan 1992 katliamı izledi. Kızıldere manifestosunu geleceğe bağlayan halk kurtuluş savaşının öncülerini imha ederek, devrimin akışını engelleyemeyeceğini anlayan oligarşi amacından vazgeçmedi. Yeniden katliam yaptı. Sosyalist blokun dağıldığı yıllardı. Emperyalizmin "sosyalizm öldü" çığlıkları atarak, dünyanın tek hakiminin kendisi olduğunu ilan ettiği yıllardı. Emperyalizmin barışçıl olduğunu keşfederek, emperyalizmle uzlaşan örgütlerin sayısının arttığı bir süreçti. Uzlaşmacılık rüzgarlarının ulusal kurtuluş savaşı veren örgütleri bir bir sardığı yıllardı. Aynı Mahir'lerin döneminde olduğu gibi... Emperyalizm artık kendisine kafa tutacak hiçbir gücün kalmadığı açıklamasını yaparken, o dönem Mahirler Kızıldere'ye doğru uzanırlarken 16-17 Nisan 1992'de Sabo'lar yeni Kızıldere'ler yaratmak için silahlarına sarıldılar.

17 Nisan 92'de Anadolu'nun İstanbul'unda, Çiftehavuzlar'da Devrimci Sol'cular Marksizm-Leninizm bayrağını dalgalandırdılar. Hem de emperyalizmin tek hakim benim çğlıklarını attığı bir sırada. Hem de üzerlerine çatılardan, pencerelerden bomba ve kurşunlar yağarken...

Çatışmanın ortasında Sabo'lar pencereden halka sesleniyorlardı: "Halkımız sizi seviyoruz. Sizin için ölüyoruz." Aynı Kızıldere'de Mahir'in çatıdan "Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik" demesi gibi... Sabo'lar ölüme koşarken; "Kızıldere gibi, 12 Temmuz'da şehit düşen yoldaşlarımız gibi biz de ölüme koşuyoruz. Bize Ölüm Yok." diyerek, dalgalandırdıkları bayrağın önünden son kez haykırdılar: "Bayrağımız ülkenin dört bir tarafında dalgalanacak." 17 Nisan'da Sabo'ların dalgalandırdığı bayrak sosyalizmin yenilmezliğini ilan ediyordu. Kızıldere yolunda savaş ilerliyordu. Kızıldere'lere yeni Kızıldere'ler ekleyerek. Savaşı daha da geliştirerek.

17 Nisan'da dalgalanan bayrak Anadolu Devriminin kurtuluşa taşınacağının ve zaferin kazanılacağının ilanı oldu. 17 Nisan direnişi Kızıldere'den 92 yılına uzanan Anadolu devriminin bir dönüm noktası oldu. Yokedilemeyecek, bitirilemeyecek savaşın manifestosu oldu.


KIZILDERE İLE ZAFERE KOŞMANIN ADI DHKP-C


"Kızıldere son değil, savaş sürüyor" şiarının kanıtı 30 Mart 1994 tarihinde THKP-C'nin DHKP-C ile yeniden örgütlenmesi oldu. Yenilemeyen, yok edilemeyen Anadolu Devrimi DHKP-C ile kesintisizliği örgütsel olarak garantiledi.

Kanla yazılan bir tarih ile yaratılan DHKP-C Mahirler'den devraldığı bayrağı oligarşinin burçlarına dikmek için savaşı büyütüyor. DHKP-C ile Anadolu halkı kendisini kurtuluşa götürecek olan savaşçı örgütüyle geleceğe yürüyor.

DHKP-C, Mahir'lerin savaşının zafere taşınacağının adıdır. DHKP-C, Kızıldere'de dalgalanan bayrağın ülkenin her tarafında dalgalandırılması için yola devam etmenin adıdır.

30 Mart 1994 tarihi DHKP-C'nin ilanıyla birlikte Anadolu devriminin Kızıldere'de mecrasını bulan devrim kanalının artık tersine çevrilmeyeceğinin ilanı oldu.

DHKP-C ile Anadolu halkı zafere bir adım daha yaklaştı. Ve bugün emperyalizm tüm gücüyle yeniden DHKP-C'ye, devrim isteyenlere saldırıyor. Fiziki imha ile tasfiye başaramayacağını anlayan emperyalizm ideolojik ve kültürel tasfiye operasyonu ile Anadolu devrimine yöneliyor.

Başaramayacaklar... Bu akışı, zafere giden bu yolu kapatamayacaklar. Kızıldere bunun kanıtıdır. Kızıldere'den devralınan kurtuluş bayrağının sayısız direnişlerde dalgalandırılması ve halk kurtuluş savaşçılarının bu uğurda dökülen kanları bunun kanıtıdır. "Kurtuluşa Kadar Savaş" şiarını devrim yoluna kanlarıyla yazanlar bunun kanıtıdırlar. "DHKP-C bir savaş örgütüdür. Hiçbir yenilgi, hiçbir darbe teslim olmadığı sürece bir savaş örgütünü yokedemez. Yenilgi, ancak teslimiyet kabul edildiğinde kalıcı bir yenilgidir. Teslimiyeti asla kabul etmeyenler ise, yenigilerden zafer doğururlar. Kızıldere'den, 12 Temmuz'lardan bu yana yazdığımız tarih bunun tarihidir. DHKP-C bir halk hareketidir. Ve egemen sınıfların bir halkı katlederek tüketebildiği görülmemiştir. DHKP-C işte bundan dolayı yenilmezdir." (Devrimci Sol Dergisi Özel Sayı:9 Oligarşinin İmha Politikaları ve Yenilmeyen Devrimci Savaşımız)

Zafer yolunda imha olmak da dahil her türlü ihanetlerin ve yenilgilerin yaşanacağını bilerek yola çıkan Mahir'lerden öğrendiğimiz gibi savaşı sonuna kadar sürdüreceğiz. Kızıldere Manifestosu'nun geleceğe uzanan köprüsünden yürüyoruz. Savaşmayı, teslim olmamayı gelenek haline getirenler asla yokedilemezler bunu biliyoruz. Kızıldere Manifestosu yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.


Evet, THKP-C nasıl bir devrim sorusuna verdiği cevap gibi nasıl bir devrimcilik sorusuna da pratiğiyle, savaşıyla cevap vermiştir. Mahir'in "Biz dünyanın Türkiyesi'nde devrim yapmak için yola çıktık" sözünde ifadesini bulan devrimcilik:

- Emperyalizme karşı olan, Marksizm-Leninizm'i savunan,

- Uzlaşmayan,

- Enternasyonalist olan,

- Halkın tarihine, yarattığı değer ve geleneklere bağlı olunan, Halkı oluşturan sınıf ve tabakaları emperyalizme, faşizme ve oligarşiye karşı savaştıran ve bu iddiasından asla vazgeçmeyen,

- Halka zarar vermemeyi ilke edinen,

- Revizyonizme, oportünizme ve tüm sapmalara karşı cepheden tavır alan ve Marksizm-Leninizm bayrağını hep yükseklerde tutan,

- İdeolojik ve örgütsel bağımsızlığını koruyan ve bu kimlikle doğru bildiği herşeyi yaşama geçiren, dediğini yapan, yaptığını savunan,

- Halka açıklığı ilke edinen, savaşta kararlı, ısrarcı olan ve savaşı sonuna kadar götürme inancı, iddiası ve güveniyle hareket eden bir devrimciliktir.


Mahir'ler bu devrimcilik anlayışıyla emperyalizme ve oligarşiye karşı silahlı mücadeleye başladılar. Savaş gerçeğine uygun hareket etmeden, büyük bedeller ödenmeden, emperyalizme ve oligarşiye karşı zafer kazanılamazdı.

Mahir'ler savaş gerçeğinin özünü kavramışlardı. Anadolu devriminin tarihinin kanla yazılacağını biliyorlardı. Ve tarihin aynı zamanda bir halkın özgürlük ve adalet için, kurtuluş için ödediği bedellerin kendisi olduğunu da...

Bildiklerini yapmak için Kızıldere'ye doğru uzandılar. Oligarşi, iktidarına yönelen bu hareketi boğmak için kolları sıvadı. Tehlikenin farkındaydı.

Ve 30 Mart 1972'de KIZILDERE'de faşist devlet Mahir'leri katlederek bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm isteyenleri yok ettiğini açıkladı. Oligarşinin imha politikasına başvurmasının nedeni, bir daha hiçbir gücün iktidar hedefli bir harekete girişmemesi içindi. İmha ile korkuyu hakim kılmak, beyinlere ulaşmak istiyordu. Oligarşinin dalga dalga korku yayılması ve halkı sarması için gerçekleştirdiği katliam amacına ulaşamadı. Oligarşinin Kızıldere'de döktüğü kan emekçi halka kurtuluş yolunu gösteren bir devrim kanalı açtı. Ve KIZILDERE Anadolu devriminin büyük akışının başlangıcının adı oldu.

KIZILDERE GELECEĞE
UZANAN BİR KÖPRÜ OLDU


Kızıldere'nin üzerinden henüz bir yıl gibi bir süre geçmişti. Kızıldere direnişinin halkta ve gençlikte yarattığı etki oligarşinin Anadolu devrimini kanla boğamayacağının açık bir ifadesiydi. Alanları, meydanları, okulları dolduran binlerce insan oligarşinin katliamına şu cevabı verdiler: "Kızıldere Son Değil, Savaş Sürüyor Yolumuz Çayanların Yoludur." Mahir'lerin direnişinin ardından büyük bir THKP-C potansiyeli oluştu. Bu potansiyel Mahir'lerin yolundan ilerlemek için yola çıktı. Kızıldere bir dönüm noktasıydı. Geleceği belirleyen bir dönüm noktası. Yaşandığı andaki etkisiyle sınırla kalmayan bir direnişti. Yarını belirleyen, kendisinden sonra gelen kuşaklara yol gösteren, yöntem sunan, kurtuluşun adını yarına taşıyan bir belirleme.

Kızıldere'den Mahir'lerin yükselttiği kurtuluş bayrağı eşliğinde yapılan savaş çağrısı dalga dalga Anadolu'ya yayılmakta gecikmedi. Kızıldere'nin üzerinden henüz bir yıl gibi bir süre geçmişti. Kızıldere direnişinin yarattığı etki ile büyük bir potansiyel oluşmuştu. 73'lerde Mahir Çayan'ın, THKP-C'nin genç izleyicileri meydanları, okulları, mahalleleri doldurmuşlardı. Savaş çağrısına halkın içinde olarak, halkın anti-faşist mücadelesini örgütleyerek cevap verdiler. Alanlarda haykırılan şiarlar "Tek Yol Devrim", "Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş", şiarlarıydı. Yani Kızıldere manifestosunun yaratıcılarının yolunda olduklarını anlatan şiarlardı.

THKP-C'nin genç izleyicileri de aynı çizgide Kızıldere çizgisinde yürümeye başladılar. Tecrübesizdiler belki, ama THKP-C'ye bağlıydılar. THKP-C'nin Anadolu halkını kurtuluşa götürecek tek yol olduğuna yürekten inanıyorlardı. Kızıldere'de yaratılan teslim olmama, düşmana boyun eğmeme, halkı için kendini feda etme geleneği bunun kanıtıydı.

O yıllarda bir de TKHP-C'yi savunur gibi görünen THKP-C inkarcıları vardı meydanlarda. "Aslında 72 yenilgisinin ardından ilk anda sahneye egemen olan inkarcılıktı. Ve inkarcılığın öncülüğünü yapan, THKP-C'nin ideolojisine, pratiğine en fazla saldıranların başında da THKP-C örgütlülüğünden geride kalanlar gelmekteydi. Korkularına, yılgınlıklarına denk düşen de buydu. Ancak, başta gençlik olmak üzere halk kitlelerinin içinde bulunduğu durum, hiç de onların düşündüğü gibi değildi. Onların gözünde Kızıldere'yle birlikte tarihe gömülen THKP-C halkın içinde yaşıyordu..." (Devrimci Sol Dergisi Sayı:7 THKP-C'den Devrimci Sol'a, Devrimci Sol'dan DHKP-C'ye Süreçler, Taktikler ve Devrimci Çizgi)


Evet potansiyelin büyüklüğü ortaya çıktıkça Parti-Cephe mirasçıları da arttı. Kendilerinin THKP-C devamcıları olduğunu iddia eden birçok grup ve örgüt ortalığı kapladı. Bunların tümü de THKP-C'yi temsil ettiklerini iddia ediyorlardı. Ama bazıları isim olarak, bazıları da THKP-C'nin ideolojisiyle, devrim anlayışıyla, devrimcilik tarzıyla birlikte ele almadan, eklektik olarak ele alıyorlardı. Bu durum "THKP-C Nedir?" sorusuna verilen cevap da tam bir ideolojik karmaşanın yaşanmasına neden oluyordu. THKP-C'nin genç savunucularının bu ideolojik karmaşa içinde kıstas aldıkları şey şuydu: Kendilerine THKP-C'yi savunuyorum diyenler Mahirler gibi savaşmalıydı. Evet herşey THKP-C'ye ve Mahirlerin savaşına göre belirleniyordu.

Oligarşinin imha ile "bitirdik" dediği THKP-C halkın içinde, devrimcilere yol gösteren, tartışmalarda ve oportünizmin her renginde ayrıştırıcı ve yol göstericiydi. THKP-C netti. THKP-C devrimi istemekti. Uzlaşmaz olmaktı. İdeolojik sağlamlıktı. Masa başlarında yaşanan tartışmalarda devrimcilik yapmak değil, halkın içinde halkın taleplerini karşılamak için savaşmaktı. Bu nedenle THKP-C'nin genç izleyicileri Türkiye Devriminin yolunun yeniden netleştirilmesi tartışmalarını bir kenara bırakarak THKP-C'nin ideolojik öncülüğünde sürecin üzerlerine yüklediği görevleri yerine getirmek üzere savaşa sarıldılar. Ve Kızıldere manifestosunun gösterdiği yolda pratik mücadeleden kopmadan bir yandan sürece müdahale ediyor, bir yandan da THKP-C'nin yeniden inşa edilmesi görevini yerine getiriyorlardı.

THKP-C, Parti-Cephe savunucularına yol gösteriyordu. Parti-Cepheliler, Mahir'in söylediklerini, yaptıklarını savundular. Oligarşiye Mahir'lerin bitmediğini, Kızıldere'lere yeni Kızıldere'ler ekleyerek devrime ilerlediklerini gösterdiler. Mahir yaşıyor dediler. Yaşatmak, savaşmaktı. Savaştılar. Yaşatmak, uzlaşmaz olmaktı. Mahirlerin netleştirdiği devrim yolunu karartmak isteyenlere, devrimin önünde engel olanlara karşı, düşmana karşı uzlaşmazdılar. Yaşatmak, teslimiyeti reddetmekti. Reddettiler. Faşizmin kitle katliamlarına karşı, yıldırma politikalarına, işkencelerine, oligarşinin imha politikalarına boyun eğmediler. Sonuna kadar direniş, sonuna kadar savaş dediler. Mahirler gibi... Vatana ve halka Mahirler gibi bağlanmaktı yaşatmak. Onlar gibi bağlandılar. Devrim tarihi kanla yazılacak diyen Mahir gibi kanlarını halkları için dökmekten çekinmediler. Yaşatmak, onların geleneklerini yaşatmaktı, geliştirmekti. THKP-C ile mayası atılan gelenekler halkasına yeni gelenekler ve direnişler eklediler. Mahir'leri yaşatmak onların yükselttiği kurtuluş bayrağı altında halkı toplamaktı. THKP-C'yi yaşatmanın özü buydu.

1978'e gelindiğinde Parti-Cepheliler gerek düşmana, gerekse de inkarcılara ve devrim kaçkınlarına Kızıldere manifestosunun geleceğe uzanan köprüsünden geçtiklerini ve Mahirlerin açtıkları devrim kanalından aktıklarını gösterdiler. Ve 78 yılında THKP-C'yi örgütsel olarak yeniden inşaa etmenin adı olan örgütlülüğü yarattılar. Bu örgüt Devrimci Sol'du. Devrimci Sol'un oluşumu Mahir'in "Savaş örgütü savaş meydanlarından çıkar" sözünün pratikte yeniden hayat bulmasıydı. Devrimci Sol THKP-C'nin politik olarak kesintiye uğratılamayacağının adı oldu. Devrimci Sol THKP-C'yi Kızıldere'de fiziken imha eden düşmana "THKP-C'nin bitirilemeyeceğinin" cevabı oldu.

Savaşta ısrar, kayıplardan korkmamak, bedel ödemekten kaçmamak... THKP-C'nin miras bıraktığı devrimcilik anlayışı ve savaş kurallarıydı. Bunların tümü Devrimci Sol'da yaşatıldı. Mahir'ler gibi savaşmak Devrimci Sol'un büyümesini ve gelişmesini sağladı. Kızıldere'de Mahir'lerin devrim için çaktıkları kıvılcım, Devrimci Sol'un elinde bir meşaleye dönüştü. Oligarşi THKP-C'yi bitiremeyeceğini anlamıştı.

Kızıldere yaşıyordu, savaşıyordu. Kızıldere'de dalgalandırılan bayrak Devrimci Sol'un elindeydi. Devrimci Sol Kızıldere şehitlerinin savaşın kaldığı yerden süreceğine olan inançlarının kanıtıydı. Oligarşi bitirdim sandığı Anadolu Devrim mücadelesinin daha da büyüyerek ve gelişerek sürmesi karşısında yeniden imha politikasına sarıldı.


Kızıldere'den 20 yıl sonra, İstanbul'da, 12 Temmuz 1991 tarihinde oligarşi Anadolu devrimini boğmak için yeniden katliam yaptı. 12 Temmuz katliamı oligarşinin halka ve devrimcilere ilan ettiği açık savaşın dönüm noktalarından biridir. " Bu tarih, Türkiye devrim tarihinde oligarşinin Türkiye devrimini bir daha diriltmemek üzere yok etme saldırısıdır. 12 Temmuz bir Kızıldere örneğinde olduğu gibi örgütsel varlığı felç edip işlemez hale getirmeye yönelik bir imhadır. Bu yanıyla başarıya ulaşamamıştır, ama bu imha politikası 12 Temmuz'da bitmemiş, yalnızca başlamıştır.(...) Onlarca, yüzlerce Devrimci Sol (...) savaşçısı bunun bir devamı olarak katledilmişlerdir." (Devrimci Sol Dergisi Özel Sayı:9 Oligarşinin İmha Politikaları ve Yenilmeyen Devrimci Savaşımız)

12 Temmuz'da katledilen Devrimci Sol önder ve savaşçıları direnişleriyle mayası Kızıldere'de atılan direnme geleneğine yeni halkalar eklediler. Kuşatma altında üzerlerine mermi yağdıran düşmana "Bize Ölüm Yok" cevabıyla karşılık verdiler. Yüzleri Mahir'lere dönük şehit düşerken, bir kez daha Kızıldere'de başlayan devrimci savaşın bitirilemeyeceğini haykırdılar. Evet onlar Mahir'in yoldaşlarıydılar.

Onlar Mahir'in açtığı yolda devrime koşan savaşçıydılar. "Devrim yolu engebelidir, dolambaçlıdır, sarptır... Kurtuluş bayrağı bu yolu tırmanan gerillaların birbirine iletmesi ile oligarşinin burçlarına dikileceketir. Her engebede düşen gerillaların gövdesi bir devrim fırtınası yaratır..." diyen Mahir Çayan'ın söylediğini yapar halk kurtuluş savaşçısıydılar.

12 Temmuz'u, 16-17 Nisan 1992 katliamı izledi. Kızıldere manifestosunu geleceğe bağlayan halk kurtuluş savaşının öncülerini imha ederek, devrimin akışını engelleyemeyeceğini anlayan oligarşi amacından vazgeçmedi. Yeniden katliam yaptı. Sosyalist blokun dağıldığı yıllardı. Emperyalizmin "sosyalizm öldü" çığlıkları atarak, dünyanın tek hakiminin kendisi olduğunu ilan ettiği yıllardı. Emperyalizmin barışçıl olduğunu keşfederek, emperyalizmle uzlaşan örgütlerin sayısının arttığı bir süreçti. Uzlaşmacılık rüzgarlarının ulusal kurtuluş savaşı veren örgütleri bir bir sardığı yıllardı. Aynı Mahir'lerin döneminde olduğu gibi... Emperyalizm artık kendisine kafa tutacak hiçbir gücün kalmadığı açıklamasını yaparken, o dönem Mahirler Kızıldere'ye doğru uzanırlarken 16-17 Nisan 1992'de Sabo'lar yeni Kızıldere'ler yaratmak için silahlarına sarıldılar.

17 Nisan 92'de Anadolu'nun İstanbul'unda, Çiftehavuzlar'da Devrimci Sol'cular Marksizm-Leninizm bayrağını dalgalandırdılar. Hem de emperyalizmin tek hakim benim çğlıklarını attığı bir sırada. Hem de üzerlerine çatılardan, pencerelerden bomba ve kurşunlar yağarken...

Çatışmanın ortasında Sabo'lar pencereden halka sesleniyorlardı: "Halkımız sizi seviyoruz. Sizin için ölüyoruz." Aynı Kızıldere'de Mahir'in çatıdan "Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik" demesi gibi... Sabo'lar ölüme koşarken; "Kızıldere gibi, 12 Temmuz'da şehit düşen yoldaşlarımız gibi biz de ölüme koşuyoruz. Bize Ölüm Yok." diyerek, dalgalandırdıkları bayrağın önünden son kez haykırdılar: "Bayrağımız ülkenin dört bir tarafında dalgalanacak." 17 Nisan'da Sabo'ların dalgalandırdığı bayrak sosyalizmin yenilmezliğini ilan ediyordu. Kızıldere yolunda savaş ilerliyordu. Kızıldere'lere yeni Kızıldere'ler ekleyerek. Savaşı daha da geliştirerek.

17 Nisan'da dalgalanan bayrak Anadolu Devriminin kurtuluşa taşınacağının ve zaferin kazanılacağının ilanı oldu. 17 Nisan direnişi Kızıldere'den 92 yılına uzanan Anadolu devriminin bir dönüm noktası oldu. Yokedilemeyecek, bitirilemeyecek savaşın manifestosu oldu.


KIZILDERE İLE ZAFERE KOŞMANIN ADI DHKP-C


"Kızıldere son değil, savaş sürüyor" şiarının kanıtı 30 Mart 1994 tarihinde THKP-C'nin DHKP-C ile yeniden örgütlenmesi oldu. Yenilemeyen, yok edilemeyen Anadolu Devrimi DHKP-C ile kesintisizliği örgütsel olarak garantiledi.

Kanla yazılan bir tarih ile yaratılan DHKP-C Mahirler'den devraldığı bayrağı oligarşinin burçlarına dikmek için savaşı büyütüyor. DHKP-C ile Anadolu halkı kendisini kurtuluşa götürecek olan savaşçı örgütüyle geleceğe yürüyor.

DHKP-C, Mahir'lerin savaşının zafere taşınacağının adıdır. DHKP-C, Kızıldere'de dalgalanan bayrağın ülkenin her tarafında dalgalandırılması için yola devam etmenin adıdır.

30 Mart 1994 tarihi DHKP-C'nin ilanıyla birlikte Anadolu devriminin Kızıldere'de mecrasını bulan devrim kanalının artık tersine çevrilmeyeceğinin ilanı oldu.

DHKP-C ile Anadolu halkı zafere bir adım daha yaklaştı. Ve bugün emperyalizm tüm gücüyle yeniden DHKP-C'ye, devrim isteyenlere saldırıyor. Fiziki imha ile tasfiye başaramayacağını anlayan emperyalizm ideolojik ve kültürel tasfiye operasyonu ile Anadolu devrimine yöneliyor.

Başaramayacaklar... Bu akışı, zafere giden bu yolu kapatamayacaklar. Kızıldere bunun kanıtıdır. Kızıldere'den devralınan kurtuluş bayrağının sayısız direnişlerde dalgalandırılması ve halk kurtuluş savaşçılarının bu uğurda dökülen kanları bunun kanıtıdır. "Kurtuluşa Kadar Savaş" şiarını devrim yoluna kanlarıyla yazanlar bunun kanıtıdırlar. "DHKP-C bir savaş örgütüdür. Hiçbir yenilgi, hiçbir darbe teslim olmadığı sürece bir savaş örgütünü yokedemez. Yenilgi, ancak teslimiyet kabul edildiğinde kalıcı bir yenilgidir. Teslimiyeti asla kabul etmeyenler ise, yenigilerden zafer doğururlar. Kızıldere'den, 12 Temmuz'lardan bu yana yazdığımız tarih bunun tarihidir. DHKP-C bir halk hareketidir. Ve egemen sınıfların bir halkı katlederek tüketebildiği görülmemiştir. DHKP-C işte bundan dolayı yenilmezdir." (Devrimci Sol Dergisi Özel Sayı:9 Oligarşinin İmha Politikaları ve Yenilmeyen Devrimci Savaşımız)

Zafer yolunda imha olmak da dahil her türlü ihanetlerin ve yenilgilerin yaşanacağını bilerek yola çıkan Mahir'lerden öğrendiğimiz gibi savaşı sonuna kadar sürdüreceğiz. Kızıldere Manifestosu'nun geleceğe uzanan köprüsünden yürüyoruz. Savaşmayı, teslim olmamayı gelenek haline getirenler asla yokedilemezler bunu biliyoruz. Kızıldere Manifestosu yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.

inadına aşk inadına devrim sosyalizm
Mükemmel insan Che Deniz Ve tüm devrim ateşi ile haksızlığı yakanlar sizler bir tanesiniz....

İdama götürülen Deniz Gezmiş

HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni, anlatabilmek seni,
Namussuza, haldan bilmez,
Kahpe yalana.

Ard - arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kus uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım
Bir o yana,
Bir bu yana...

Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en issiz dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen aksamdan.
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni, anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adidir
Üşüyorum, kapama gözlerini...




Yangınlar,
Kahpe fakları
Korku çığları
Ve irin selleri, aç yırtıcılar,
Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.
Bir cana, bir basa kalmışsın vay vay!
Pusatsız, duldasız, üryan
Bir cana bir de basa
Seher vakti leylim - leylim
Cellat nişangahlar aynasındasın.
Oy sevmişem ben seni...

Üsküdar'dan bu yan lo kimin yurdu!
He canim...
Çiçekdağı kıtlık, kiran,
Gül açmaz, cağla dökmez.
Vurur çakmaktaşı kayalarıyla
Küfrünü, Medetsiz, Menzur.

Şah Murat suyu kan akar
Ve ben sairi,
Namus isçisiyim yani
Yürek isçisi.
Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş,
Ne salkım bir bakış
Resmin çekeyim,
Ne kinsiz bir rüzgar
Mısra dökeyim.
Oy sevmisem ben seni...
Yangınlar,
Kahpe fakları
Korku çığları
Ve irin selleri, aç yırtıcılar,
Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.
Bir cana, bir basa kalmışsın vay vay!
Pusatsız, duldasız, üryan
Bir cana bir de basa
Seher vakti leylim - leylim
Cellat nişangahlar aynasındasın.
Oy sevmişem ben seni...

Üsküdar'dan bu yan lo kimin yurdu!
He canim...
Çiçekdağı kıtlık, kiran,
Gül açmaz, cağla dökmez.
Vurur çakmaktaşı kayalarıyla
Küfrünü, Medetsiz, Menzur.

Şah Murat suyu kan akar
Ve ben sairi,
Namus isçisiyim yani
Yürek isçisi.
Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş,
Ne salkım bir bakış
Resmin çekeyim,
Ne kinsiz bir rüzgar
Mısra dökeyim.
Oy sevmisem ben seni...

Ve sen daha demincek,
Yıllar da geçse demincek,
Bıckılanmış dal gibi ayrı düştüğüm,
Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
Yaran derine gitmiş,
Fitil tutmaz, bilirim.
Ama hesap dağlarladır,
Umut dağlarla,
Düşün, uzay cağında bir ayağımız,
Ham çarık, kil çorapta olsa da biri
Düşün, olasılık, atom fiziği
Ve bizi biz eden amansız sevda,
Atıp bir kıyıya iki zamanı
Yarinin çocukları, gülleri için,
Koymuş postasını,
Görmüş restini.
He canim,
Sen getir üstünü.

Uy havar!
Muhammed, Isa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhat'ın gürzü!
Benim de bos yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan - ter içinde asi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Oy sevmişem ben seni...

Ve sen daha demincek,
Yıllar da geçse demincek,
Bıçaklanmis dal gibi ayrı düştüğüm,
Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
Yaran derine gitmiş,
Fitil tutmaz, bilirim.
Ama hesap dağlarladır,
Umut dağlarla,
Düşün, uzay cağında bir ayağımız,
Ham çarık, kil çorapta olsa da biri
Düşün, olasılık, atom fiziği
Ve bizi biz eden amansiz sevda,
Atıp bir kıyıya iki zamanı
Yarinin çocukları, gülleri için,
Koymuş postasını,
Görmüş restini.
He canim,
Sen getir üstünü.

Uy havar!
Muhammed, Isa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhat'ın gürzü!
Benim de bos yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan - ter içinde asi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Oy sevmisem ben seni...



Öyle yıkma kendini
Öyle mahzun öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarıda, derste, sırada Yürü üstüne,
Tükür yüzüne celladın
Fırsatçının, fesatçının, hayinin...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile.
Dayan rüsva etme beni.


--------------------------------------------------------------------------------

...
Duvarları katı sabır taşından
Kar altındadır varoşlar,
Hasretim nazlıdır Ankara.
Asfalttan yürüsün Aralık,
Sevmem, netameli aydır.
Bir başka ama bilemem
Bir kaçıncı bahara kalmıştır vuslat
Kalbim, bu zulümlü sevda,
Kar altındadır.
...


--------------------------------------------------------------------------------

DEVRİM YOLUNDA BİR ÇOK YOLDAŞIMIZ CAN VERDİ FAKAT BU BİZİM GÖZÜMÜZÜ KORKUTMUYOR İYİCE AZİMLENDİRİYOR.


''Deniz,Mahir,Ulaş KURTULUŞA KADAR SAVAŞ ''


Sitemi Jawa lamıyorum dostlarım için.... amaç sizlere daha iyi şekilde hizmet etmem... Sizleri seviyorum....

sizlerde yararlanın ama yazın nerden aldığınızı kaynakları ....


ziyaret edebileceğiniz siteler www.kurtulus.com ve www.devrim.arzusu.com.. bende kaynaklarımı buradan edindim... teşekkürler


baydewrim@hotmail.com


Bu web sayfasının en son düzenlenmesi 02.05.2001 Tarihinde www.sanalkent.net tarafından yapılmıştır.